Basından

Hüseyin Kalkan, Birgün Gazetesi

“Ateşe verilmiş ruhumuza dua”

14 Haziran 2010 Pazartesi


Katliamdan artakalan bir avuç Dersimli ve onlarin katliamdan kurtardigi bir avuç Ermeni, sigindiklari Dersim’in iç daglarinda jandarmaya, açliga ve eskiyaliga karsi hayata tutunmaya çalisirlar. Erkekler, ya öldürülmüs ya askere alinmis ya da sürgüne gönderilmistir. Tarlalarda ekinler yakilmis, süt ve çift hayvanlarina el konulmus, çocuklar ve kadinlar için ot ve yaban meyvesinden baska yiyecek bir sey birakilmamistir. O otlar ki çok yendiginde beslemek yerine, zehir olup çocuklari öldürmektedir.
Perperik-a Söe (Gece Kelebegi), sadece Dersim topraginin iniltisi olarak da okunabilinir. Çünkü Dersim topragina çocuklarin acisi düsmüstür. “Ulu tanri arstan çikip gelse de bu topragin inlemesini durduramaz” artik. Ancak Haydar Karatas, tarihsel bir arka planin ve zamanin ortasinda yazmaya basladigi için, ortaya çikan, çoklu okumalara da açik bir metindir. Tarihsel-sosyolojik bir okuma olabilecegi gibi, kültürel-antropolojik bir okuma da mümkündür. Kendini yerel tatlara birakip yerel bir metin olarak da okunabilir Gece Kelebegi.
Hozat’tan baslayarak Ipek Yolu’ndan geriye dogru giderseniz Ermeni kiyimina, eger Fatma Hanim’in katirinin izinde yürürseniz Dersim’in yitik kizlarinin öyküsüne varirsiniz. Perhan’in bir kis gecesi otlarin arasinda çikarip, teline vurdugu ve cem kurdugu sazin sesine takilip bir Alevilik okumasi da yapabilirsiniz. Her halükarda ceset kokan vadiler, canli canli yakilan insanlar, yakilan tarlalar ve köylerle bu cumhuriyetin ne menem bir cumhuriyet oldugunu anlarsiniz ve o günün bugüne ne kadar benzedigini görerek sasirirsiniz.
Dersim üç kere yikilmis, üç kere yeniden kurulmus. Atatürk ve adamlari, öyle bir yikmis ki bir daha yapilamamis. Ilk o yillarda görülmüs Atatürk’ün fotografi Dersim’de. Vadilerin hâlâ ceset koktugu günlerde. Bu günün cevval toplum bilimcilerinin “celladina asik olma” diye tanimladiklari süreç, iste o günlerde baslamis. H. Karatas’in anlatisi buradan baslayarak yayilan büyük bir anlati, baska anlatilari çagiran.
Eger Dersimliler, Sultan Baba dagini küstürmeselermis, askerlerin basina atesten taslar yagdirir, onlari bu kutsal topraktan uzak tutarmis. Agalar ve asiretler arasi kavga onu küstürmüs. O, artik sadece acinin vurdugu kadinlara kol kanat geriyormus. Kizini bogan Haskar’in aklini alip tanriya vermis, unutsun ve yasabilsin diye. Saklandigi yerde, jandarmanin sesi gelince, kendilerini duydugunu sanip, aglayan kizini hazir tuttugu iple bogmus. Sultan Baba dagi olmasaymis derdinden ölürmüs, ne oldugunu anlamasin, kendi kizini niye bogdugunu bilmesin, unutsun ki, düsmanlik denen seyden uzak kalsin diye aklini alip tanriya vermis.
O zamanlar sadece insanlar degil, tarlalar, ormanlar ve hayvanlar da zulüm görmüs. Dersimin ormanlarini ceset kokusu almis, insanlarin cenazelerini gömmelerine bile izin verilmemis. Sahipsiz kalan has kangallar, Hozat Alayi’nin çöplügüne düsmüsler. O kangallar ki degil jandarma, jandarmanin kokusunu bile aldiklarinda kudururlarmis. Tarlalar yakildiginda, hayvanlar sürülüp götürüldügünde, herkes anlamis ki Abdullah Pasa çocuklarin açliktan ölmesini istiyor. Iste kaçirilip götürülen ineklerden biri, iki gün sonra çikip köye gelmis ve sütünü sunmus Dersimli yetimlere. Kaç çocuk o kis ölümden kurtulmussa, bu inegin sütü yüzü suyu hürmetine kurtulmus. Memeleri en büyük inek oymus, sütü en bol olan da. Belki de bilmistir dönüp köye gelmese bütün çocuklarin, otun aci suyuyla zehirlenip yavas yavas öleceklerini. Simdi çocuklar onunu sütünü içerek, yaza çikacaklarimis. Artik kaç tanesi çikarsa. Kimse bilmese de o, mitolojik hayvanlarin soyundan kutsal bir inekmis. Sadece o degil, Kolsuz Musa’nin inegi de jandarmanin bastigi otu bile yemezmis.
DILIN SIDDETI
Dilin siddeti, daha çok ötekilestirme üzerinden tartisilir. 38’de yasanan ise, dogrudan dilin çiplak siddetidir. Bölgede sadece dört kisi vardir Türkçe bilen. Bunlardan ikisi devlet tarafindan buraya yerlestirilen muhacirlerdir. Türkçe bilmek bir statüye dönüsür, insanlar devlete bir sey anlatmak için onlara muhtaçtir. Fecire Hatun, kovuldugu evini geri almak için Fevzi Müdür ile görüsmek zorundadir. Bunun için en degerli varligini tercümana vermek üzere gözden çikarmak zorunda kalir. Fevzi Müdür, Kürtçe bilmektedir. Ancak yine de Dersimlilerle, tercüman araciligi ile konusmayi tercih eder.
Ihsan Sabri Çaglayangil, Elazig’da idam edilen Seyit Riza ve arkadaslarinin da Türkçe anlamadiklari için, “idam tune, idam tune” diye kendilerini ölüme götüren karara sevindiklerine taniklik etmisti. Karar metninde ‘idam’ sözcügü yokmus, oysa ki onlar, en çok bu sözcügü tanirlarmis Türkçe adina.
RUHU ATES VERILMIS MAZLUM BIR HALK
“Cem öyle bir seymis. Cem tutuldugu zaman, insan turna kusu gibi kanatlanir uçarmis.”(220) Ama Ankara’daki pasanin yaptigi ilk sey bunu yasaklamakmis. Ozanin elinden saz, pirin dilinden “hu” alinmis. Gulbend yasaklanmis, semah durmak suç sayilmis. Ozan sazina vurdugunda, pir kalkip semaha durmasa oturdugu yerde çatlarmis. “Simdi yasakmis, yoksa gagand gecesi cem tutmak lazimmis. Hele Hese Gaj, Ermeni arkadasi Mam’la bir de saz çalsaymis, kis mis kalmazmis, ahirlar bereketlenir, agaçlar meyvenin agirligindan boyunlarini yere kadar egermis. Ama ortalik hükümetin adamlari ile kayniyormus. Yoksa eskisi gibi gulbend tutulurmus. Zaten gulbend yasak olmasaymis, asiretler de hükümete karsi gelmezmis.”(218)
Cumhuriyetin, jakoben karakteri zaten tartisilmaz. Yukardan modernizm, Dersime tankla tüfekle girmistir. Bu halkin kendine has Alevi-Zaza-Kürt kültürü ve buna tekabül eden yasam tarzi, yeni egemenlerce bir tehlike olarak görüldü. Asimile ve entegre edilmek istenmis, ancak sistem kültürel ve ekonomik olarak kifayetsiz oldugundan dolayi, siddetle “tenkil ve tedbil” yoluna gidildi. Böylece bölgenin ulus devlete entegre edilmesi planlandi. Doksan yil sonra yine feodalizmi tasfiye etmekten söz etmeleri, Türk modernizminin ne kadar pespaye ve zalim bir modernizm oldugunun göstergesidir. Zaten Reyber söylemisti, “bu gelen zulümdür.”(201)
Bütün bu zulmün ortasinda yine de semah dönülür. Gece yariyi geçtikten sonra, Perhan üç telli sazi odunlarin arasindan çikarip teline vurur. Cem bir daha kurulur. Bir daha semaha durulur, gök kubbe sarsilir, tas duvar titrer, toprak kipirdar. Bir avuç kadin ve çocuk “halla halla dertler yok ola, düsmanlar dost ola”(219) diye yakarir.
Bir sürgün daha yasanir. Biraz daha azalirlar. Yollarda, istasyonlarda kayiplara karisirlar. Dönenler azalarak döner. Yeniden cem kurulur. Ölenlere ve yitenlere agitlar yakilir. Bir gün Haydar Karatas diye biri çikar, Perperik-a Söe (Gece Kelebegi) diye bir roman yazar ve mazlum bir halkin, yakilmis ruhuna bir dua gibi okuruz.

(*) Bu yazi 12 Haziran 2010'da Birgün gazetesinin Kitap ekinde yayinlandi.

 

Etiketler:       

ayirac

Copyright © 2012 www.haydarkaratas.com            Created and Designed by Ulaş Karataş